Öne Çıkanlar

Öne Çıkan Gönderiler

19 Yaşındaki Hastasını Kaybeden Doktorun Kendisini Toparlamaya Çalıştığı An

Bir yakınınız vefat ettiğinde doktor yanınıza gelir, size “Üzgünüz, hastayı kaybettik” der ve gider. Sizi orada acınızla baş başa bırakır, çoğu zaman bir açıklama yapmaz bile. Ancak bunu ‘insanlıktan uzak’ olduğu için değil, duygularını saklaması gerektiğini bildiği için yapar doktor. Kaybettiğiniz insanın acısına gömülürsünüz ve o an doktorun ne hissettiğini düşünmezsiniz. Peki sonrasında ne olur? Sonrasında işte bu an yaşanır…

19 yaşında bir gencin vefatı sonrası kendini toparlamaya çalışan doktorun fotoğrafı herkesi etkiledi

Fotoğrafta, Kaliforniya’daki bir hastanenin acil servisinde çalışan bir doktoru görüyorsunuz. 19 yaşındaki hastasını kurtarmayı başaramayan doktor, çaresizlik içinde duvarın dibine çökmüş durumda.

Dün gece NickMoore911 adlı kullanıcının Reddit’te paylaştığı fotoğrafın açıklamasında “Bu doktor hastasını kurtarmayı başaramadı” notu yazıyor. Kendisi de bir doktor olan NickMoore911, açıklamasının devamında şunları yazmış; “Bizim çalışma alanımızda bu durum sık yaşanıyor. Genelde kaybettiğimiz hastalarımız çok yaşlı, hasta, ya da bazen ikisi birden oluyor. Ancak bu sefer ölen hasta 19 yaşındaydı. Bazen böyle bir hastayla ilgilendiğinizde yaşadıklarınız size bir darbe bırakır.

Moore fotoğrafı halkla paylaşmak istediğini, çünkü bu anın yaşam ve ölüm arasındaki ince çizgide çalışan insanların her gün yaşadıklarına ışık tuttuğunu söylüyor.

Şu ana dek 4000’den fazla yorum paylaşılan fotoğrafın altında, başka acil servis çalışanları da anılarını paylaşmaya başladı.

Moore ise “İnsanlar doktorların da en az hastalar kadar insan olduklarını bilmeliler. Bu fotoğraf da bunu gösteren en önemli kanıtlardan birisi” diye yazdı.

Öte yandan Moore bu hastanenin neresi olduğunu, doktorun kim olduğunu ya da 19 yaşındaki hastanın ölüm sebebini açıklamadı. Sadece “doktorun bu fotoğraftan birkaç dakika sonra tekrar içeri girdiğini, başı dik şekilde işine devam ettiğini” belirtti.

Çocuğunuzun Hekim olmasını ister misiniz?

Neden acaba hekim anne ve babalar çocuklarının da hekim olmasını istemiyor artık, düşündünüz mü hiç? Üniversite sınavlarına en yüksek puanla girilen yerler Tıp Fakülteleri olduğu halde, neden hekimler kendi çocuklarının hedeflerinin Tıp Fakültesi olmasını istemiyorlar? Belki de hala işsiz kalma olasılığının en az olduğunu bildikleri halde, çocuklarının kendilerinin geçtikleri yollardan yürümelerine izin vermiyorlar? Hekim olmayan bir kişinin bu soruya yanıt vermesi biraz zor olabilir. Ama, hekimlik mesleğinde yıllarını geçirmiş kişiler ne yazık ki günümüzde artık böyle düşünüyor.

 

Tıp, eğitim olarak diğer hiçbir meslek ile kıyaslanmayacak derecede ağırdır. Altı yıllık eğitim sonunda, üç ya da altı yıl arasında değişen sürelerde üzerine bir de uzmanlık eğitimi almanız gerekir. Aynı  yıl liseden mezun olmuş ve biri Tıp Fakültesini, diğeri de beş yıllık eğitim veren başka bir fakülteyi kazanmış iki arkadaşa baktığınızda, ikinci kişi arkadaşı henüz daha mezun olmadan meslek yaşamına başlamış olacaktır. Tıp Fakültesinden mezun olanın bir de üzerine ortalama beş yıllık bir uzmanlık eğitimi aldığını düşünürseniz, gerçek anlamda mesleğe adım atma zamanını belki de gözünüzde canlandırmak daha da kolaylaşır. 18 yaşında üniversiteye giren iki arkadaştan hekim olan 29 yaşında profesyonel iş yaşamına merhaba derken, arkadaşı aynı yaşta çoktan o aşamaları geçmiş olacaktır. Bir başka deyişle, yaşdaşları mesleklerinde “çaylaklık” dönemini bitirip artık yavaş yavaş yönetici konuma gelmeye başladıklarında, bir hekim daha yeni yeni basamakları tırmanmaya başlamıştır!

 

Kuşkusuz ki bu durum Tıp mesleğinin seçilmesi için bir engel olamaz. Çünkü, bu meslek gerçekten istemeden ve kişinin içinden gelip de özveride bulunmaksızın yapacağı bir meslek değildir. Ancak, günümüz gerçeklerine bakıldığında, uygulanan sağlık politikaları ve neredeyse her gün değişen kurallar nedeniyle zevkle yapılabilecek bir meslek olmaktan giderek çıkmaktadır. Öncelikle şunu söylemek gerekir. Hekimlik mesleği, sürekli olarak kuralların değiştirilmesiyle bir tür yaz boz tahtasına dönmüştür. Hekim, hangi kurumda çalışırsa çalışsın geleceğini güvence altında görememektedir. Dünyada “gelişmiş” ya da kuralları oturmuş olarak kabul edilen ülkelere bakıldığında, gelir ve gelecek güvencesinin en üst düzeyde olduğu meslekler arasında hekimlik gelir. Oysa ki ülkemizde, hekim şu anda, devlet ve özel sağlık kurumları arasında güvencesiz kalmış durumdadır. Her ne kadar devlet kadro garantisi veriyor olsa da, uygulamada bir sabah iş yerine geldiğinizde, önünüze uzatılan bir “geçici görev”le karşılaşma olasılığınız çok yüksektir. Hele de her alanda artık aşırı derecede politize olmuş bir toplum içerisinde, sudan gerekçelerle bu ve buna benzer yer değiştirmeler gerçekten hekimleri bezdirmektedir. Muayenehanelerin kapatılmasıyla daha iyi sağlık hizmeti verileceğini savunan görüşün aslında bir kandırmaca olduğu görülmüştür. Madem ki muayenehaneler kapatılıp hekimlerin hepsi hastaneye dönmüştür, o zaman neden hala hastanelerde yüzlerce hasta bakan hekimler ve akşama dek bitmeyen kuyruklar vardır? Hekimlerin aldıkları “gerçek ücret” kesinlikle emeklerinin karşılığı değildir. Bunun üzerine ek olarak verilen ve hekimler arasında “promosyon”  olarak adlandırılan para ise ne standarttır, ne de emeklilik hakkında yansımadığı için sürekli alınacağı garantisi vardır. Kaldı ki, artık devlete ait her sağlık kurumu birer işletme haline dönüştüğünden, bir hastane ne kadar “kâr” ediyorsa, hekime de o oranda bir ücret yanısmaktadır. Peki, bu ne anlama gelmektedir? Bu soru, bir hastane yöneticisinin birlikte çalıştığı hekim arkadaşlarına söylediği şu sözlerle yanıtlanabilir: “Arkadaşlar, ne kadar çok hasta bakar ve ne kadar çok ameliyat yaparsanız siz de biz de o kadar çok kazanırız!” Düşünün. Bu sözler özel bir sağlık kuruluşunda değil, bizatihi devletin kendi kurumunda söylenmektedir. Ve ne yazık ki, günümüzde devletin tüm sağlık kuruluşlarında artık görünmeyen ama “de facto” olarak kabul edilen bir gerçek halindedir. Bri başka deyişle, kurallara uyar ve hastaya saygınızdan ötürü 15 dakikalık aralarla randevu verirseniz, yorgunluğunuzun sonraki hastalara yansıyacağını düşünerek günlük ameliyat sayılarınızı belirlenen uluslararası standartlarda tutarsanız, hastanıza ultrasonografi ya da MRI incelemeleri yaparken uygun zaman harcar ya da ince kesitler alarak herhengi bir küçük tümörü atlamamaya çalışırsanız, ay sonunda hem elinize geçen para azalır ve hem de hastane yönetiminden fırçayı yersiniz. Üstelik bu durum, “hastaneye kazandırmadığınız” nedeniyle bir “görev değişikliğine” gerekçe sayılabilir.

 

Özel sektörde ise, hiçbir hekimin gelecek güvencesi yoktur. Her ne kadar devlet kurumlarına göre biraz daha fazla ücret ödenmesine karşın, ne çalışma saatleri bellidir ne de gelecek güvencesi vardır. Yapılan tüm iş sözleşmeleri işveren lehine düzenlenmiş olup, hekim o kurumda sadece bir “işçi”dir. Hastalık, gebelik, çocuk bakımı ya da özel durumlar gibi doğal nedenlerle işte oluşan aksamalar görevden çıkarılmak için gerekçelerdir. Bu nedenle, özel kurumlarda çalışan hekimlerin gelecekleri ile ilgili olarak hiçbir güvenceleri yoktur.

Bunların hepsi bir yana, hekimlerin işvereni olan ve haklarını savunması gereken Sağlık Bakanlığı, her zaman, hekimden değil hastadan yana bir tutum izlemektedir. Kuşkusuz ki bakanlığın görevi, halkın sağlığını en üst düzeye çıkaracak politikalar üretmektir. Bunu da kimler aracılığı ile yapacaktır? Kuşkusuz, başta hekimler olmak üzere tüm sağlık personeli ile. Hekimlerin doğal savunma haklarını yok sayan, hasta-hekim arasında ortaya çıkan çatışmalarda kendi personelinin değil de hastanın yanında olan bir Bakanlık varken kendinizi nasıl güvencede hissedersiniz? Yıllarca önce acil servise “penisilin” yaptırmaya gelen bir hastaya, bu ilacın öyle olur olmaz şekilde kullanılmayacağını anlatan bir hekime doğrudan Sağlık Bakanının telefon açarak “yapacaksın kardeşim o iğneyi” dediğini çok iyi anımsıyorum. Bugün, devletin hemen her kurumunda olduğu gibi, devlet sağlık kuruluşlarındaki tüm yönetici atamaları ne yazık ki tam anlamıyla “politize” olduğundan ve bu yöneticiler de, istemeseler bile kendilerini atayan kişi ya da kurumlara bağımlı olduklarından, bir hekim, sadece kendisinin karar verebileceği bir mesleki uygulamayı, sağlıkla uzaktan yakından ilgisi olmayan birilerinin zorlamasıyla değiştirmek zorunda kalabilmektedir! İstediği ilacı yazdıramayan, raporu istediği şekilde çıkmayan, kapıda sıra beklemekten sıkılan, başhekimi tanıyan, il yönetiminde arkadaşı olan birileri hekimi dövebilmekte, hatta öldürebilmektedir. Hekimlik, bu ülkede artık iş ve güvenlik güvencesi olmayan bir meslek haline gelmiştir.

 

Şu anda neredeyse sayıları yüze yaklaşan ve hemen her kentte bir tane olan Tıp Fakültelerinden yetersiz eğitimle mezun olup, Sağlık Bakanlığı gözünde ülkenin uluslararası düzeyde en iyi eğitimi veren kurumlarından mezun olan hekimlerle aynı kefeye konup, ülkenin dört bir tarafında dağılan sevgili genç meslektaşlarımın yaşadıkları meslek içi sorunları konuşmak ise günleri alır!

 

Düşünün. Çocuğunuzun hekim olması için gecenizi gündüzünüze kattınız, çalıştınız, okuması için her tüylü olanağı sağladınız. Ne için? Toplum içinde yeri olan, geleceğini düşünmeyeceği, yapmaktan zevk alacağı bir mesleği olsun diye. Ya sonuç? Akşam eve savaştan çıkmış gibi yorgun gelen, mesleğin temel ilkelerini uygulayamamanın verdiği huzursuzlukla mutsuz olan, bu mutsuzluğu doğal olarak önce hastaları sonra da hiç istemese de yakın çevresine yansıyan, sürekli değişen uygulama ve politikalar ile iki arada bir derede kalıp ne yapacağı konusunda kararsız kalan biri. Bu sizin çocuğunuz! Ve biliyor musunuz? Bu nedenlerle, artık mesleğinde deneyiminin zirvesine ulaşmış, daha çalışacak gücü olan çok sayıda hekim zamanını doldurur doldurmaz emekliye ayrılmış durumdadır. Hani bu ülkede hekim açığı vardı?

 

Farkındayım. Bugünkü tablo sisli-puslu. Yarın ise karanlık ve belirsiz. Ama bu meslek öyle bir meslek ki; ister pratisyen hekim olun ister akademisyen, tedavi ettiğiniz bir hastanın yüzündeki gülücük ya da iyi bir dergide kabul edilen yazınızdan aldığınız keyif sözcüklere sığmaz. Kucağındaki bebeğiyle birlikte ağlayan annenin, solunum sıkıntısı içinde ölüm korkusu yaşayan yaşlı teyzenin, beyin kanaması geçirmiş amcanın meraklı ve korku dolu gözlerle bakan çocuklarının, doğum sancısı içinde kıvranan bir kadının, böbrek taşı düşürürken sancı içinde kıvranan adamın, ateşler içinde yüzü kıpkırmızı olmuş halsizlikten başını babasının omzuna koymuş çocuğun ya da henüz dünyadan bihaber yeni doğmuş bağırsakları çalışmayan bebeğin, hepsinin ama hepsinin umut beklediği hekim, bilin ki, hiçbir şey beklemeden ve o an sadece sizi düşünerek size elini uzatmaktadır. Siz, o hekimin, o güne dek tedavi ettiği onlarca, yüzlerce belki de binlerce hastadan birisiniz aslında. Ve o, sizin için orada. Siz farkında olmasanız bile, sağlığa kavuşmanın yansıdığı yüzünüz o hekimin her zaman en büyük mutluluk kaynağı.

 

Özveriyle çalışan ve direnen tüm meslektaşlarımın Tıp Bayramını kutluyorum.

Bu arada, karar verebildiniz mi çocuğunuzun hekim olup olmamasına?

 

Doç. Dr. İrfan Serdar ARDA

Çocuk Cerrahisi Uzmanı

drserdar.arda@gmail.com

https://www.facebook.com/ArdaCocukCerrahisiSayfasi (facebook)

http://driserdararda.blogspot.com.tr/ (Blog)

@drserdararda

Bakan Müezzinoğlu’dan “Sağlık Çalışanına Şiddet” Açıklaması

Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, sadece sağlık çalışanlarına şiddet uygulayanlara değil, hastanede ortama zarar veren kişilerin de gözaltına alınmasına yönelik düzenleme yapılacağını bildirdi.

Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen “Şifa Veren Ele Vefa Projesi” kapsamında sağlık çalışanlarına yönelik şiddete dikkat çekmek amacıyla program düzenlendi.

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun açılışını yaptığı programda, Bakan Müezzinoğlu ve Sağlık Bakanlığı üst düzey yöneticilerinin yanı sıra TBMM Sağlık Komisyonu üyeleri, TBMM’nin hekim milletvekilleri, 64 ildenşiddet mağduru 81 sağlık çalışanı, sağlıkta şiddet çalışmasını yapan Şiddet Araştırma Kurulu ile Sağlık İletişimi Bilimsel Kurulundan üyelerle, tüm illerden sağlık çalışanları yer aldı.

Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, programda yaptığı konuşmaya, Başbakan Ahmet Davutoğlu ve eşi Sare Davutoğlu’na teşekkür ederek başladı.

Çok zor ancak onurlu olan tıp mesleğinin, her zaman fedakarlık gerektirdiğini belirten Müezzinoğlu, insanlığın varolduğu günden bugüne hekimlerin bilimsel gelişmeleri izleyerek yarınların daha sıkıntısız ve sağlıklı olabilmesi adına araştırmalar yaptığını, gelişmeleri takip ettiğini söyledi. Hekimlik mesleğinin 24 saat esaslı olduğunu vurgulayan Müezzinoğlu, “Hekimler kendileriyle ne kadar onur duysa azdır” ifadesini kullandı.

“İnsanlığın en onurlu mesleklerinden birini yapıyoruz” diyen Müezzinoğlu, mesleğin icrasında sıkıntı ve zorlukların yaşanabildiğini bildirdi. Müezzinoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Kendi yaşamımızın yarınlarına ait planlarımızda ve güven duygumuzda sorunlarımız var. Hizmeti sunduğumuz insanlara daha güçlü, daha saygın, daha iletişimi güçlü hizmeti sunmakta sorunlarımız var. Ama 12 yıldır AK Parti iktidarı döneminde de önündeki sorunları hızla azaltan ve hızla yeni hedeflere ve vizyonlara yürüyebilen anlayışımız var.

12 yıl önce mesleğe saygı sunumunda ve vatandaşımızın bu meslek mensuplarına ulaşımındaki farklılığı bugün çok daha çarpıcı görebiliyoruz. Bu anlamda kamuoyu ve değişik alanlarda yapılan araştırmalarda şunu görüyoruz. Vatandaşımızın sağlık hizmeti alımındaki memnuniyet yüzde 39’lardan yüzde 74’lerin üzerine çıktıysa burada birinci hak sahibi hekimlerimiz ve diğer sağlık çalışanlarımızdır. Bunu planlamakta ve organize etmekte tabii ki yöneticilerin ve siyasi iradenin önemli bir rolü var.”

“Şifa bulan eller, şifa veren elleri ziyaret edecek”

Müezzinoğlu, hekimlerin çalışmalarının maddi karşılığı olamayacak kadar büyük olduğunun altını çizerek, “Şubat ayı itibarıyla başladığımız ve bugün geldiğimiz noktada Türkiye genelinde 5 bin 400 yöneticimiz bin ayrı sağlık hizmeti almış 60 bini aşan eve ziyarete gitti” dedi.

Bu kişilerin arasında doğum yapanların, 112’den ve yoğun bakımdan hizmet alanların, ameliyat olanların, kronik vakaların bulunduğunu anlatan Müezzinoğlu, ziyaretlerin yaklaşık 45 gün içinde gerçekleştirildiğini dile getirdi.

Müezzinoğlu, “Buralarda gördüğümüz en büyük zenginlik, önce büyük orandaki memnuniyet ve teşekkürdür. ‘Allah, sizden razı olsun, bize şifa verdiniz’ olmuştur. Dolayısıyla şifa veren ellere olan memnuniyet, teşekkür ve dua bizim en büyük zenginliğimiz, geleceğe bakarken en büyük güvencemizdir. Yöneticilerimizin yakaladığı en büyük başarı da hizmet alanın gözüyle aksaklıkları görebilmektir” diye konuştu.

Daha iyi ve kaliteli hizmet sunumunun da sağlık çalışanları ile birlikte başarılabileceğinin altını çizen Müezzinoğlu, sağlık çalışanlarının maddi ve manevi anlamda yanında olduklarını ve yanlarında da olmaya devam edeceklerini belirtti.

Hekime ve sağlık çalışanına güveni daha iyi noktalara taşımakla sorumlu olduklarını vurgulayan Müezzinoğlu, “Yarından itibaren 14 Mart Tıp Bayramı gününü Sağlık Haftası olarak değerlendiriyoruz ve bu haftada şifa bulan eller, şifa veren elleri ziyaret edecek. İnşallah, 10 bin şifa bulmuş hastamız ve yakınları, aileleriyle birlikte onlara şifa dağıtan hekimlerimizi ve sağlık çalışanlarımızın evlerine teşekkür ziyaretlerine gidecek” açıklamasında bulundu.

Müezzinoğlu, “Önümüzdeki süreçlerde, hasta-hekim ve hasta-sağlık çalışanı ilişkilerini hem iletişim boyutuyla hem vefa boyutuyla dünyaya örnek olacak bir noktaya el birliğiyle taşıyacağız. Ben, bu anlamda Başbakanımıza ve saygıdeğer eşine, hekimlerin hem manen hem madden yanlarında güçlü durdukları için gönülden teşekkür ediyor, onları gönülden alkışlıyorum” dedi.

“Gönül ister ki toplumda şiddet sıfır olsun”

Sosyal ve ruhsal yönden sağlıklı olma halinde tüm dünyada sorunlar yaşandığını dile getiren Müezzinoğlu, şunları kaydetti:

“Gönül ister ki toplumda şiddet sıfır olsun. Ailede şiddet sıfır noktasında olsun. Sokakta, sağlık hizmetinde sıfır noktasında olsun. Ama ne yazık ki gerek ruhsal sorunlar gerekse sosyal yönden toplumsal sorunlar nedeniyle ne yazık ki son dönemde bizim yüreğimizi kanatan, vicdanımızı sızlatanşiddet olayları ile karşılaşıyoruz. Tüm fedakarlıkların, özverinin karşısında üzülüyoruz, zaman korkuyoruz zaman zaman da farklı farklı çözümler üretmek için projeler geliştirmeye çalışıyoruz.

Yasal düzenlemeleri olabildiğince daha iyi ve daha caydırıcı noktaya taşımak için önemli adımlar attık, atmaya devam edeceğiz. Biz, özverimizden, fedakarlığımızdan, bu ülkeye ve bu millete olan sorumluluklarımızdan asla uzak durmadan ama bize yanlış yapanlara da sıfır toleransla yaklaşımımızda da asla bir esneklik göstermeden adım adım çok daha iyi noktaya taşıyacağız. Çünkü bir hekime uzatılan el, yalnız bir bireyi rahatsız etmiyor, o hekimden hizmet alacak onlarca yüzlerce hastanın da mağduriyetine sebep oluyor.”

“Hükümet  olarak sağlıkta şiddet raporunu devamlı gündemde tutuyoruz”

Hükümet  olarak sağlıkta şiddet raporunu devamlı gündemde tuttuklarını ifade eden Müezzinoğlu, daha iyi ve dana güvenilir koşulların yaratılması için çalıştıklarını bildirdi.

Müezzinoğlu, “Mağdur olan ve şiddete uğrayan meslektaşlarımız da şunu çok iyi bilsinler ki, sadece Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanı değil, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı sağlıkta şiddete maruz kalanların manen ve madden yanındadır. Bu nedenle, yarınlara daha güçlü yürüyeceğimize inanıyorum. Bu ülkenin sağlık hizmeti sunumu, yalnız ülke insanına değil dünya insanlığına da örnek olacak dinamiklere sahiptir” dedi.

Başbakan Davutoğlu’na destekleri için teşekkür eden Müezzinoğlu, “Hükümetimize ve TBMM’ye teşekkür ediyorum. Sağlıkla ilgili hangi konuyu gündeme getirsek, hep destek bulduk, daha iyisini yapma gayreti ve samimiyetini bulduk” diye konuştu.

24 saatten 48 saate kadar gözaltı olabilecek”

Bakan Müezzinoğlu, programın ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Bir gazetecinin, “Sayın Başbakan, sağlık çalışanlarına şiddete yönelik bir durum olduğunda 24 saatten 48 saate kadar gözaltı olabileceğini söyledi ancak İç Güvenlik Paketi’ndeki o maddeler geçmişti, nasıl eklenecek” sorusunu Müezzinoğlu, “Geçen maddelerin içinde zaten var, bu” diye yanıtladı.

Söz konusu düzenlemenin, pakette doğrudan sağlık çalışanları cümlesiyle yer almadığını ifade eden Müezzinoğlu, şöyle konuştu:

“Ama  şiddet uygulanan ortamlar ve çalışma ortamını bozan durumlarda, mesela acillerde çalışma ortamını bozuyor, kapıyı kırıyor, pencereyi indiriyor ama çalışana şiddet uygulamamış. Onlarda dahi polise 24 saat gözaltına alma, bu organize olursa, yani bir bölgeden 15-20 kişi geldi ve darmadağın ediyor, nereyi bizim acil servisi, ama herhangi bir sağlık çalışanına dokunmamış, bu da yine çalışma ortamını, hizmet verme ortamını bozanları, bir de çalışma ortamında sağlık çalışanınaşiddetuygulayanları 24 saat gözaltına alma maddesi geçti.”

Müezzinoğlu, “Sadece sağlık çalışanı olarak belirtilmediği için tüm kamudakileri mi kapsıyor” şeklindeki soru üzerine ise bunu, İçişleri Bakanlığının yönetmeliklerinin belirleyeceğini söyledi.

Başka bir gazetecinin, “Keyfi uygulamalara yol açma gibi kaygınız yok mu, yani geniş tanım olduğu için soruyorum” ifadesi üzerine Müezzinoğlu, şunları kaydetti:

“Maddeyi birlikte incelersek, orada düzeni bozan, bizim hizmet düzenimizi bozan, nedir, acilde şiddetuyguluyor veya yoğun bakımın çalışma ortamını bozuyor, burada biz sağlık hizmeti veriyoruz. Dolayısıyla bu kapsamın içinde bunlar değerlendirilip, yönetmelikler şekillendirilecek.”

Sağlık çalışanlarına yönelik açıklanan müjdeler

Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından sağlık çalışanlarına verilen bazı müjdelerin, seçim öncesi açıklandığının belirtilerek, bunun bir seçim yatırımı olarak algılanıp algılanmayacağının sorulması üzerine Müezzinoğlu, şöyle konuştu:

“Geçen sene bugünlerde yapsaydık seçim yatırımı demeyecek miydin? Geçen sene Haziran’da yapmış olsaydık seçim yatırımı denmeyecek miydi? Bu ülkede neticede ortama 1,5 yılda seçim yapılıyor. Bütçenin imkanları çerçevesinde 14 Mart Tıp Bayramı’nı da merkeze alarak bir çalışma yaptık. Dolayısıyla 14 Mart Tıp Bayramı vesilesiyle derseniz kabul ederim ama seçim yatırımı derseniz kabul etmem. Çünkü 12 yıllık iktidar döneminde, 9 defa seçim yapmışız. O zaman hiçbir iyileşme yapmamamız gerekir ki seçim geliyor denmesin. Bu algı yönetimini doğru bulmuyoruz. Ülke imkanlarını, tüm insanımıza günü gelince en iyi şekilde yansıtma gibi derdimiz var.”

Müezzinoğlu, nöbet ücretlerinin yüzde 50 iyileştirilmesi,hekimlerin memuriyette 70 yaşına kadar mesleklerini icra edebilmesi, yıpranma payıyla ilgili çalışmaların yapıldığını söyleyerek, “İnşallah imkanlar verdiğinde daha fazlasını veririz” dedi.

O çağrıların karşılığı yok

14 Mart Tıp Bayramı’nda sağlık çalışanlarının özlük haklarındaki sıkıntıları dolayısıyla boykot çağrıları yapıldığının anımsatılması, bununla ilgili değerlendirmesinin sorulması üzerine Müezzinoğlu, hükümet olarak bütün sağlık çalışanlarının yanında olduklarını söyledi.

Müezzinoğlu, yapabileceklerinin en idealini, bu ülkenin tüm çalışanlarına olduğu gibi, sağlık hizmeti sunanlara da 12 yılda yaptıklarını belirterek, “Birileri tabii ki rahatsız oluyor. Rahatsız olanlar da tahrik etmek istiyor. Onlar sokağa çağırıyor, biz hizmete çağırıyoruz. Onlar sokakta olanlarla yürümek istiyor, biz milletle hizmet edenlerle yürüyoruz. Yine hizmet edenlerle daha güzel hizmet yapma adına yürüyüşümüz devam edecek. O çağrıların karşılığı yok. Onlar da onu bilsin” diye konuştu.

Sağlıkta Şiddete Karşı Farklı Bir Kampanya! VİDEO

Bu çalışma 2014 Ağustos’unda Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Serviste çalışan üç intern doktor çalışan arkadaşımızın hasta yakınları tarafından darp edilmesi sonrası son yıllarda sağlık personeline yönelik artan şiddete, sağlık emekçilerinin değersizleştirilmesine ve sağlık sektöründeki piyasalaşmaya karşı bir tepki olarak çıkmıştır. Klipte her türlü şiddete maruz kalan ve can güvenliği risk altındaki sağlık çalışanları olarak bu tepkiyi sazlarımız ve sözlerimiz ile dile getirdik. Umarız bu şiddeti önlemek için türkülerimize kulak verilir. Mesleğimiz onurumuzdur! Bu şiddet sona ERSİN!

8 Mart’ta Seçilen 8 Emekçi Kadın Fotoğrafı

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü münasebetiyle kadın sağlık çalışanlarının mesleklerini icra ederken çekilmiş fotoğraflarından en beğenilen 8 fotoğrafı seçmek üzere burada duyuru yapmıştık.

Hep Birlikte 8 Emekçi Sağlık Çalışanı Kadın Fotoğrafı Seçiyoruz” sloganı ile sizlerden gelen fotoğraflar doktorlarsitesi.net Facebook Sayfası‘nda yayınlandı ve takipçilerin oylamasına sunuldu.

#8Mart8Emek etiketi ile sayfaya gönderilen 200’e yakın fotoğraftan yayınlanan 73 tanesinin takipçiler tarafından oylanması sona erdi.

Oylama sonucuna göre 8’den 1’e en çok beğenilen fotoğraflar:

8 – Ankara Numune Hastanesi’nden Habibe

#8Mart8Emek Ankara Numune Hastanesi – Habibe | Beğeni Sayısı: 1.395


7 – Tatilde yardım amaçlı Afrika’ya giden intern doktor Beyazpınar

#8Mart8Emek Togo, Afrika. İlkay Beyazpınar. 6 sınıf tıp öğrencisiyim (Tatilde yardım amaçlı gittik.) | Beğeni Sayısı: 1.438


6 – Op. Dr. Aylin Coşkun

#8Mart8Emek Manisa Op. Dr. Aylin Coşkun | Beğeni Sayısı: 1.481


5 – Yorgunluktan başı düşen ama eli düşmeyen Neziha

#8Mart8Emek İstanbul / Anestezi – Neziha | Beğeni Sayısı: 1.518


4 – Ankara EAH’den Sevgi Güvendi

#8Mart8Emek Ankara EAH – Hemşire Sevgi Güvendi | Beğeni Sayısı: 2.096


 

3 – Alın teri ile Sercan Çopur

#8Mart8Emek Muammer Ağım DH Bursa – Sercan Çopur | Beğeni Sayısı: 3.003


2 – Ameliyathanede eğitim engel tanımaz diyen Hilal

“Biz 4. Sınıf tıp öğrencileri olarak , Tiroid gibi küçük alanda yapılan ameliyatlarda, en arkada yer almamızdan dolayı bazen böyle zorluklar çekiyoruz ama tıp ögrencisi yılmaz ve meraklıdır.”

#8mart8emek Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi N Hilal Kızıltoprak | Beğeni Sayısı: 3.510


 

1 – Anne şefkatini aratmayan Ayşegül

“Gece nöbetinde kalp kapak ameliyatı olmak için hastanemize yatış yapan bebek ağladıkça morarıyordu. Annesi yanında olamayan bebeğe dayanamadım ayağımda salladım.”

#8Mart8Emek – Antalya – Ayşegül | Beğeni Sayısı: 38.920


Albümün tamamına buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Hayatımızda emeği olan tüm kadınların 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutlarız.


//


Anayasa Mahkemesi’nden ‘Aile Hekimlerine nöbet’ Kararı!

Anayasa Mahkemesi (AYM), aile hekimlerinin belirtilen yerlerde haftalık çalışma süresi ve mesai saatleri dışında ayda asgari sekiz saat; ihtiyaç hâlinde ise bu sürenin üzerinde nöbet görev verileceğine ilişkin maddenin iptali istemini reddetti.

AYM, Danıştay 5. Dairesi’nin, 5258 sayılı Aile Hekimliği Kanunu’nun 3. maddesinin beşinci fıkrasının, 6514 sayılı Kanun’un 52. maddesiyle değiştirilen “Aile hekimlerine ve aile sağlığı elemanlarına 657 sayılı Kanunun ek 33 üncü maddesinde belirtilen yerlerde haftalık çalışma süresi ve mesai saatleri dışında ayda asgari sekiz saat; ihtiyaç hâlinde ise bu sürenin üzerinde nöbet görevi verilir.” biçimindeki ikinci cümlesinin iptaline karar verilme istemini değerlendirdi. Başvurunun esasına giren AYM, iptal istemini reddetti.

MEDunya nedir? Nasıl Üye olunur? Nasıl paylaşım yapılır?

MEDunya.com sağlık çalışanlarının sosyal içerik paylaşım platformudur. Burada
bir haber paylaşabilirsin
bir konuda fikrini dile getirebilirsin
bir köşe yazın vardır belki, onu paylaşabilirsin
bir görseli tartışmaya açabilirsin
bir videodan bizi haberdar edebilirsin
bir tıbbi mizah karikatürü ile herkesi tebessüm ettirebilirsin
bir hastalık hakkında herkesi bilgilendirebilirsin
yada sağlık çalışanlarının ilgisini çekebilecek başka şeyler herhangi bir şey de paylaşabilirsin.
Burayı bir blog olarak dahi kullanabilirsin.

MEDunya içerikleri başta 750 bin’e yakın takipçisi olan DoktorlarSitesi.NET olmak üzere sosyal platformlarda, sayfalarda, twitterda paylaşılmaktadır. Kısacası bu platformda yaptığınız paylaşımlar büyük bir kitleye ulaşmaktadır. MEDunya bunu garanti etmektedir. Sesinizi duyurmak, paylaşımlarınızı insanlara ulaştırmak için yapmanız gerekenler sadece 1-2 dakikanızı alacak. Onları da sizlere aşağıda detaylıca anlatacağım. (daha…)

Rahim nakli ve bilimsel düzlemde konuşulması gerekenler…

“İsterdim ki; nefesim kadar yakın olan adamın; eksikliğin eksikliğimdir demesini”

Rahim nakli ve bilimsel düzlemde konuşulması gerekenler…

“Biz neden bu denli mahkum gibi yaşıyoruz Hocam ?
Biz neden bir türlü anlaşılamıyoruz ?
Neden hoşgörü eksik hayatımızda, neden tüm eksiklerin sorumlusu yalnızca bizmişiz gibi savruluyoruz, yıpranıyoruz ?

Dinlediğiniz çok hikaye, hayat var bizlerden oluşan…

Hepimiz olmasak ta, çoğumuz karşımıza çıkana, kadere boyun eğmek zorunda kalıyoruz, her ne kadar müdanasız ve mecbur hissetmesek te…

Bizim tam zıttımız olan kadınlar, bizde olmayanlar için; çileyle, kederle isyan ediyorlar..

Ne büyük kayıp, aslında onlar için nasıl da zengin bir dünya..
Ben isterdim, ülkemizde bu sorunun; hayatımızı, ruhumuzu bu denli etkilememesini.. İsterdim, mecbur olmak nedir hiç bilmemeyi..

İsterdim ki; nefesim kadar yakın olan adamın; eksikliğin eksikliğimdir demesini…

Acıtan o sözler niye peki ? Anlaşılmak bu kadar zor mu? Çekip gitmeler neden var bizlerin hayatında sırf bu sebepten ?
Düzene engel olan ne ?”

Vurucu sözler değil mi? İnsan, ister istemez etkileniyor.

Ne zaman kalıpların dışına çıkıp, benliğimizi toplum dayatmalarından soyutlayıp, ön yargılarımızdan arınabileceğiz?

Bilmiyorum. Ama buralarda giderek zorlaştığını biliyorum.

Kadınlığın; çocuk doğurma kapasitesi ile ölçüldüğü yurdum topraklarında, bu satırların sahibi olan hem güzel ve hem de iyi bir iş sahibi kadının bile böylesi hırpalanması ve kendisini yalnız hissetmesi ne kadar acı.

Doğuştan rahimi ve vaginası olmayan kadınların ortak isyanını yansıtıyor bu satırlar. Sosyal konumları ne olursa olsun hepsi benzer duyguları hissediyorlar.

Bir Garip Hastalık…
Afili bir adı var hastalığın: “Mayer-Rokitansky-Küster-Hauser Sendromu”, kısaca Mülleryen agenezi diyoruz. Sayıları fazla; Üreme çağındaki 500 kadından birinde, farklı yayınlara göre 4000 ile 10000 kadında 1 görülüyor (1, 2, 3). Avrupada 200.000 kadının doğuştan rahim ve vaginası olmadığı düşünülüyor (3). Türkiye’nin 35 milyondan fazlası kadın olduğuna göre aranızdalar, belki arkadaşınız, kardeşiniz, akrabanız.

Rahminde anormallik olan kadınların macerası anne karnında başlıyor. Rahim ve vajinanın oluşumu anne karnında gebeliğin 5. ve 8.haftalarında temeli atılan, gelişen bir süreç. Neden? Hala bilmiyoruz ama bir şekilde bu süreç sekteye uğruyor. Gelişimin kesintiye uğradığı dönem ne kadar erken olursa rahim ve vajinada ortaya çıkan problem o kadar büyük oluyor.

Bu anormalliklerin en büyük olanı aynı zamanda en sık rastlanılanı; Rahim ve vaginanın yokluğu, mülleryen agenezi. Evet rahim ve vaginaları yok bu kadınların ama her iki yumurtalıkları çok iyi çalışıyor. Dolayısıyla tamamen normal bir vücut yapıları var. Çoğu zaman yanlış bilinenin aksine kromozomları normal, bir problem de yok.

Bazen böbrek ve kemik problemleri bu anormalliğe eşlik edebiliyor olsa da, bunlar üstesinden gelinebilecek, sıklıkla normal yaşamlarını etkilemeyecek problemler.

Bu mecrada 2 yıl kadar önce bu hastalık nedeniyle çok sevdiğim bir hastamın başına gelenlerden bahsetmiş, bu bağlamda yaşadıklarımdan edindiğim çıkarımları ve mülleryen agenezisi olan hastalara yaklaşımı anlatmıştım. (http://www.suleymanakhan.com/rahim-anormallikleri-dogustan…/)

Dünyada bazı ülkelerde, örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde, bu problemi aşmak adına “Kiralık Anne” (surrogate mother) uygulaması var. Anne ve baba adayına ait embriyonun başka bir rahim içinde gelişmesi ve doğması. Anlayacağınız çocuğunuz başka bir kadının rahiminde gelişiyor ve oradan doğuyor. Sonuçta çocuk genetik olarak tamamen size ait ama siz doğurmuyorsunuz.

Bu uygulama ülkemiz ve İsveç gibi pek çok başka ülkede, dini ve moral değerler nedeniyle yasak. Ama çocuk isteği öylesi fazla ki, sorunu gidermek için sıklıkla başvurulan bir yöntem “Kiralık Rahim”.

Gerekirse pek çok aile yurt dışına gidiyor. Ciddi bir seçenek.
Dramatiktir ama, torununu doğuran bir hasta biliyorum.

Sanırım biraz olsun meramımı anlatabildim. Her bağlamda normal ve sağlıklı olan bu kadınların tek bir sorunu var; gebe kalıp kendi çocuklarını doğramamak. Yoksa kucaklarına alma şansları mevcut 🙂
Ahh unutuyordum birde eşleri ile beraber olmak için bir vaginaya ihtiyaçları oluyor ama doğru tedavi ve dahi gerekirse cerrahi ile mükemmel sonuçlar elde edilebildiği için bu “sorunu” şimdilik es geçelim :), hafif bir sorun olarak nitelendirelim.

Bilimsel ve Kocaman Başarı Öyküsü
Geçtiğimiz yıl mülleryen agenezisi olan kadınlar için çok önemli gelişmeler oldu. 4 Ekim 2014 sabahı tüm dünyada gazeteler ve internetteki haber siteleri İsveç’te nakledilmiş rahimden ilk kez sağlıklı bir bebeğin doğduğunu müjdeliyordu (4).

Gelişmeyi sabah erken saatte telefonuma gelen sevinç msjlarından ve e-maillerden öğrendim. Böylece hastalarıma da yalancı çıkmamış oldum :).

Genç, uzun, kendinden emin, yakışıklı bir adam olan Dr. Brannstrom, Mayıs 2008 yılında Antalya’da katıldığı 6. Türk Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi’nde yaptığı konuşmada, rahimin nakledilmesi öncesi hangi hayvan çalışmalarını yaptıklarını anlatırken 5-6 yıl içinde nakledilmiş rahimden doğumun gerçekleşeceğini söylemişti (5).

Gazetede okuduğunuzda, sadece “vayy başarmış adamlar” diyebilirsiniz. Hele hastalığı da bilmiyorsanız önemini çok da kavrayamayabilirsiniz. Ama bu bilimsel başarının arkasında inanılmaz bir öykü var.

Öykünün baş karakteri Dr. Mats Brannstrom, ekibi ile beraber, bilimsel alt yapısı üzerine uzun süre düşünülmüş, etkileyici bir programı adım adım uygulayarak hedefine ulaştı. Çalışmaya 2000’li yılların başında hayvan deneyleri ile başladılar.

Önce sıçanlar daha sonra büyük kümes hayvanları (domuz vs) ve son olarak primatlar üzerinde çalışarak uygulamayı planladıkları cerrahi işlemi olabildiğince kusursuzlaştırdılar. Bu deneylerin sonuçlarını 2002 yılından itibaren düzenli olarak akademik dergilerde yayınladılar ve ellerindeki bulguları bilim dünyası ile paylaştılar (6, 7, 8, 9).

Tüm bu çalışmaların sonunda Sahlgrenska Universitesi etik kurulunda izin alarak 2012 yılında insanda rahim nakli programını başlattılar. Yaklaşık 2 yıllık süreç içinde 9 hastaya rahim naklini başarılı biçimde gerçekleştirdiler ve sonuçlarını Şubat 2014 Fertil Steril’de (sıkı bir akademik dergidir) yayınladılar (10).

Ameliyat süreci ve kullanılan teknik oldukça dikkat çekici. Konu ile profesyonel bağlamda ilgilenenlere önerim kaynakçada 10.yayını okumaları. Rahim nakli inanılmaz senkronize iki ekibin mükemmel çalışması sayesinde gerçekleşen bir süreç .

Rahimi veren kadın için cerrahi 10-13 saat kadar sürüyor. Rahimin kanlanmasının bozulmaması için rahimi alacak mülleryen agenezili hasta başka bir cerrahi ekip tarafından hazırlanıyor. Vericiden rahim çıkarıldıktan sonra nakledilmek için hazırlanıyor (oldukça ilginç bir prosedür) ve takiben 6 saat kadar süren bir cerrahi ile alıcıya naklediliyor (10).

Rahim nakledilen 9 hastanın hiç birinde ameliyat sonrası problem yaşanmamış. 2 hastada nakledilen rahimi, toplar damarlarda ortaya çıkan ani tıkanıklık (bilateral arteriel tromboz) ve tekralayan infeksiyon nedeniyle çıkarmak zorunda kalmışlar, geriye kalan 7 hastanın 4’ünde organ reddi yaşanmış ama bunun steroid bolusları ile aşmışlar.

Sonuçta 9 hastanın makale yayına verildiğinde 7’si adet görür ve sağlıklı durumdaymış. İşte 4 Ekim 2014 tarihinde, 32. gebelik haftasında sezaryen ile doğum yapan, bu 7 hastadan biriydi.

Yapılan basın açıklaması sırasında Dr. Brannstrom’un söyledikleri çok güzel: “Bu muazzam bir duygu ama en büyük ödül hastalarınızı görmek. Yeni mutlu bir aile ve bebek. Aynı zamanda anne olamayacak binlerce kadın için bir tedavi bulduğunuzu bilmek.”

Ülkemizde Rahim Nakli
Aslında mülleryen agenezili olgulara rahim nakli ilk olarak Suudi Arabistan’da Dr. Fageeh tarafından 2000 yılında gerçekleştirildi. Ameliyattan 3 ay sonra rahmi besleyen damarlardaki tıkanma nedeniyle nakledilen organ çıkartılmak zorunda kalındı.

İkinci rahim nakli ise ülkemizde yapıldı. Multiorgan vericisinden alınan rahim, mülleryen agenezili hastaya nakledildi. 2 kez gebelik denendi, embriyo transferi yapıldı ancak başarılı olunamadı (12, 13). Ülkemizde yapılan rahim naklinin önemi kadavradan yapılmış olması.

Girişimi gerçekleştiren Dr.Özkan ile yeni yapılan (12.12.2014) bir söyleşide: “İsveç’te canlıdan yapılan nakil doğum yaptı. Ama kadavradan yapılan nakil de önemlidir. Daha geleceği olan bir şeydi. Biz çok acele etmeden bazı bilimsel verilere ulaştık. Onları tamamlamaya çalışıyoruz. Kadavradan rahim naklinden doğum dünyada ses getirir. Hayali bir işlemin peşinde olmadığımız anlaşıldı. İnşallah bizim hastamızda da o mutluluğu yaşarız. İsviçre’deki ekip rahim naklinin ardından bizi ziyaret etmişti. Karşılıklı bilgilerimizi paylaşıyoruz. Laboratuvarda birçok işlem yapılıyor. İnşallah yeni yılda devam ederiz” dedi (14).

Ülkemizde böylesi bir girişimin yapılması, yapılabilmesi son derece önemli ve gurur verici ancak kendi aramızda yaptığımız eleştiriyi Dr. Brannstrom’un, makalesinin giriş bölümünde tek bir cümle ile özetlediğini okuyabilirsiniz.

Her iki rahim naklinden; “Literatürde, daha önce bu alanda konu ile ilgili hiç bir yayınları bulunmayan ekipler tarafından yapılmış 2 rahim nakli bulunmaktadır” şeklinde bahsetmektedir (10).

Bilim dünyası acımasız ve kendi içinde ciddi rekabet dinamikleri olan bir alan. Pek çok mecrada herkes kimin ne yaptığını takip ediyor, biliyor. Hele böylesi, tüm dünyada 3-5 ekibin çalıştığı bir alanda inanılmaz bir rekabet var. Sadece yeni tedaviyi gerçekleştirmek değil aynı zamanda elde edilen başarının sürdürülebilir olması gerekiyor.
Bu nedenle konu ile ilgili yaptığınız akademik çalışmaların literatürde olması, okunması ve eleştirilip tartışılması son derece önemli.

Dolayısıyla rahim naklini yapıp, bu rahmin yaşayabilir hale gelinceye kadar bir çocuk taşımasını sağlamak önemli başarı ancak esas başarı; bir rahim nakli programı çerçevesinde 9 kadına rahim nakli yapmak ve 7’sinin adet görmesini sağlamak yani rahim nakline hazır tutabilmek.

Sayın Dr.Özkan söyleşisinde devam eden laboratuvar çalışmalarından bahsediyor. Umarım bu araştırmalar önümüzdeki günlerde uluslararası dergilerde yayınlanır ve konu ile ilgili tüm akademisyenler okuyabilir.

Rahim Nakli ve Etik Problemler
Rahim naklinin gerçekleştirilmesi ve başarılı biçimde canlı bir bebeğin doğumu beraberinde her ülke ve o ülkenin sosyal koşulları doğrultusunda farklılık gösteren bir dizi etik sorunu da tetiklemiş görünüyor.

Öncelikle vurgulamak gerekir ki, rahim hayati bir organ değildir ve bir anlamda kompozit dokudur. Diğer taraftan hayati olmasa da yaşamı var eden bir organ olması ile diğer organlardan (ya da kompozit doku olarak tanımlanan organlardan) farklıdır.

Rahimin işlevi, insan yavrusunun dünyaya gözlerini açıncaya kadar güvenli bir ortamda gelişmesini sağlamaktır. Dolayısıyla bahsedilen etik kurallar sadece organ vericiyi (donör) ve alıcıyı değil aynı zamanda fetus haklarını da, diğer bir deyiş ile anne karnında gelişen “birey”in haklarını da yakından ilgilendirmektedir.

Türk Medeni Kanunu ve Türk Ceza Kanunu çerçevesinden bakıldığında canlı doğan fetus mirasçı olacak ama sağ doğmasını engelleyen herhangi bir fiil söz konusu olduğunda, fetusun sağ doğma hakkı elinden alınarak, anayasal ya da medeni haklardan istifadesi engellenmiş olacağı için cezai müeyyide uygulanacaktır (15). En azından benim okuduğum bir kaç internet sitesinden yaptığım çıkarım bu noktada.

Ülkemizde rahim nakli planlanırken ve cerrahi girişim başarılı olduktan sonra konu ile ilgili, en azından embriyo transferi yapılıncaya kadar bu konu tartışıldı mı bilmiyorum ve konu ile ilgili ekibin yurt dışı yayınlarında da bilgiye rastlamadım.

O zaman soruyu şöyle soralım: Bu fetus anne karnında gelişseydi ancak örneğin 20 gebelik haftasında nakledilen rahimde kaybedilseydi (bebek doğmadan ve yaşayabilirlik sınırına gelmeden ölseydi), Türk Ceza Kanununa göre doktorların ya da ailenin cezai sorumluluğu olacak mıydı?

Fetus hakları hala mulaklığını korur ve tartışılırken, bu sorular bazılarımıza ütopik gelse bile sonuçta teknolojinin ve bilimsel gelişmenin bizi getirdiği noktada tartışılması ve yasal zemininin oluşturulması gereken sorular, sorunlar.

Mülleryen Agenezisi Olna Hastalar Açısından Rahim Nakli
Yazımın girişindeki cümlelerden anlamışsınızdır, mülleryen agenezili hastalar sorunları ile ilgili son derece duyarlılar. Sıklıkla kendilerini yetersiz hissediyorlar. En çok ihtiyaçları olan kendilerini yargılamadan yanlarında olabilecek bir eş.

Oysa buralarda kadın eşittir çocuk denklemi giderek ağırlığını daha çok hissettiriyor. Kadının yaşam döngüsü çocuk doğurmak ve ona bakmak üzerine kuruluymuş gibi yansıtılıyor, dayatılıyor.

Çalışmaması isteniyor. Birey olarak haklarını savunmaması, ekonomik özgürlüğünün olmaması isteniyor. Ve baskı giderek artıyor.

Medyada son yazılanları, “değerli” dini büyüklerimizin parçaladıkları seçme saçmaları biliyorsunuz burada tekrar etmenin anlamı yok.
Erkek egemen toplumun dayatmalar ve şöven söylemleri olanca ağırlığı ile kadının üzerinde hissedilirken sayıları hiç de az olamayan hastalar için rahim nakli umut oldu.

Ancak hasta ve bilmesi gerekenler açısından bazı noktaların üzerinde ısrarla durmak, beklentilerini arttırmayacak, doğru, anlaşılır, net bilgiler vermek son derece önemli.

Öncelikle vurgulanması gereken nokta: Ülkemizde rahim nakli yapıldı ama bizim İsveç’te uygulandığı gibi bir rahim nakli programımız yok. Dolayısıyla bu uygulama ne zaman böbrek nakli gibi “rutin” uygulamalardan biri haline gelir bilinmiyor. Bu noktada hastalara gereksiz ümit vermemek gerekiyor.

Ameliyatın uzun ve riskli bir ameliyat olduğu, ameliyat sonrası süreçte bağışıklık sistemini baskılayan, ciddi yan etkileri olan ilaçların uzun süreli kullanılması gerektiğini üzerine basa basa söylemek gerekiyor.

İsveç’te programa dahil olan 9 kadından 2’sinde rahimin çıkartılmak zorunda kalındığını da hatırlatmak gerek. Ameliyat sonrası en önemli problem infeksiyon riski ve damarların tıkanması. Dolayısıyla nakledilen rahmin kaybedilme riski her zaman var ve oldukça yüksek.

Yine tartışılması gereken en önemli problem gebelik sürecinde karşılaşılabilecek sorunlar. Damarsal problemlere sonucunda çocukta gelişme geriliği görülme riski her zaman var. Diğer tarftan nakil yapılmış rahim ile doğum yapan hastada yine damarsal bir problem olan preeklamsi (gebelik zehirlenmesi) gelişti ve erken doğum yaptırıldı. Daha sonraki gebeliklerle nasıl problemlerle karşılaşılacağı hala bilinmiyor. Yaşayarak öğreneceğiz.

İnanmasam da*, klişe cümleyi adettendir yazayım: “Üniversiteler ve eğitim hastanelerinde, Sağlık Bakanlığı’nın ve YÖK’ün oluşturacağı plan dahilinde bir program oluşturulması ve hayvan laboratuarlarında başlayan ve sonra insanlarla devam eden, İsveç’teki programa benzer, sağlam bilimsel çerçevesi olan bir rahim nakli programı oluşturulmalı.”

Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği’nin de (TJOD), böyle bir program hayata geçerse, bir şekilde sürece dahil olması gerektiğine inanıyorum.

Son olarak Sinan Berkman Hoca’nın bana söylediği ve katıldığım konu ile ilgili her platform da sarf ettiğim cümleyi bir kez daha söyleyerek bitireyim: “Bu hastaların ihtiyacı, bizden beklentileri bir vaginadan daha fazlası”. Çuvaldızı biraz da kendimize batırmamız, onları anlamamız ve ameliyat sonrası da destek olmamız gerekiyor.

Biliyorum biraz ciddi bir yazı oldu ama son 2 aydır konu ile ilgili o kadar çok soru geldi ki en azından bu soruları cevaplamak ve hastalarıma verdiğim sözü tutmak adına yazdım.

Hastam çok güzel ifade etmiş, kendisi ve diğer hastalar için yazmış ama aslında hepimiz için geçerli.

Pir Sultan Abdal’ın dediği gibi:
“Eksikliğim çoktur ben de bilirim,
Eksiklikle kabul eyle gel beni.”

Umarım hepimiz “eksikliğin eksikliğimdir” diyen birilerini yaşam içinde yanımızda buluruz.

Yarın güzel bir güne ve haftaya uyanmanız dileği ile, iyi geceler…

Sevgi ve Saygıyla

İyi ki varsınız ve sizlerle yaşama paylaşabiliyoruz.

*İnanmama konusunu açabilirim ama uzar konu. Sadece tek ve klasik cümleyle ifade edeyim: “Burası Türkiye” 🙂

Prof. Dr. Süleyman Engin AKHAN

Kaynakça
1. Grimbizis GF, Camus M, Tarlatzis BC, Bontis JN, Devroey P. Clinical implications
of uterine malformations and hysteroscopic treatment results. Hum. Reprod Update 2001;7:161–74.
2. Al-Inany H. Intrauterine adhesions. An update. Acta Obstet Gynecol Scand. 2001;80:986–93.
3. Oppelt P, Renner SP, Kellermann A, Brucker S, Hauser GA, Ludwig KS, et al. Clinical aspects of Mayer-Rokitansky-Kuester-Hauser syndrome: recommendations for clinical diagnosis and staging. Hum Reprod 2006;21:792–7.
4. http://www.diken.com.tr/tip-tarihinde-bir-ilk-rahim-nakli-…/
5. http://www.milliyet.com.tr/rahim-nakli-gercek-oluyor–pemb…/
6. Racho El-Akouri R, Kurlberg G, Dindelegan G, Molne J, Wallin A, Brannstrom M. Heterotopic uterine transplantation by vascular anastomosis in the mouse. J Endocrinol 2002;174:157
7. Brannstrom M, Diaz-Garcia C, Hanafy A, Olausson M, Tzakis A. Uterus transplantation: animal research and human possibilities. Fertil Steril 2012;97: 1269–1276.
8. Brannstrom M, Wranning CA, Altchek A. Experimental uterus transplantation.Hum Reprod Update 2010;16: 329–345.
9. Tryphonopoulos P, Tzakis AG, Tekin A, Johannesson L. Allogeneic uterus transplantation in baboons: surgical technique and challenges to long-term graft survival. Transplantation. 2014 Sep 15;98(5): 51-56.
10. Brännström M, Johannesson L, Dahm-Kähler P, Enskog A. First clinical uterus transplantation trial: a six-month report. Fertil Steril. 2014 May;101(5):1228-1236.
11. Fageeh W, Raffa H, Jabbad H, Marzouki A. Transplantation of the human uterus. Int J Gynecol Obstet 2002;76:245–51.
12. Ozkan O, Akar ME, Ozkan O, Erdogan O, Hadimioglu N, Yilmaz M, et al. Preliminary results of the first human uterus transplantation from a multiorgan donor. Fertil Steril 2013;99:470–476.
13. Erman Akar M, Ozkan O, Aydinuraz B, Dirican K, Cincik M, Mendilcioglu I. et al. Clinical pregnancy after uterus transplantation. Fertil Steril 2013;100: 1358–1363.
14. http://www.medimagazin.com.tr/…/tr-profdromer-ozkan-insan-k…
15. http://muratyayla.com/Default.asp?CatId=54

İyi doktor olmanın iki şartı

Ünlü tıp tarihi uzmanı Jeremy Greene, ideal doktor adayının profilini çizdi: Hastayla empati yapabilmeli, tıbbın kesin cevap veremediği durumlarda da tedaviyi yönlendirebilmeli.

Dünyanın önde gelen tıp tarihi uzmanlarından Doç. Dr. Jeremy Greene, Bezmiâlem Üniversitesi ile Johns Hopkins School of Medicine (Johns Hopkins Tıp Fakültesi) arasında gerçekleştirilen tıp eğitimi projesi için İstanbul’daydı. Hürriyet’in sorularını yanıtlayan Johns Hopkins School of Medicine öğretim üyesi Greene, Türkiye’deki öğrencilerle karşılaşmaktan keyif aldığını söyledi: “Çünkü hem idealist hem de çok istekli görünüyorlar. Çok uluslu tıp eğitimi açısından da çok açıklar.”

– Türkiye’de verilen tıp eğitimini nasıl buldunuz?
Türkiye’deki programı öğrenmek benim için oldukça ilginç. Çünkü ABD’deki eğitimden daha farklı. 6 yıllık bir eğitim programınız var. Burada özellikle sizin öğrencilerinizle karşılaşmaktan çok büyük bir keyif aldım. Çünkü hem idealist hem istekli görünüyorlar. Hem de çok uluslu tıp eğitimi açısından da çok açıklar. Gelişmeleri yakından takip ediyorlar.

– ABD’de tıp eğitimi nasıl veriliyor?
Son 30 yılda ABD’deki tıp eğitiminde ciddi anlamda değişiklik oldu. Eskiden büyük amfilerde sadece ders dinleyen öğrenci gruplarımız varken artık daha küçük gruplarla ve probleme dayalı eğitim yapmaya çalışıyoruz. Diğer değişiklik de daha önceleri klasik sistem dediğimiz her ana bilim dalının derslerini kendi başına verdiği sistemden, entegre sistem dediğimiz aynı konuyla ilgili tüm bilim dallarının eş zamanlı ders verdiği bir sisteme döndük. Son olarak Johns Hopkins’te 5 yıldır uyguladığımız yeni bir müfredat başlığı var:
‘Genden topluma kadar’. Bu değişiklik öğrencilerin amfide oturup ders dinlemesinden bilim üretici, bilgi bulucu pozisyonuna geçmelerini hedefliyor.

– Tıp fakültesi öğrencileri diğer bölümlere göre daha çok mu çalışmalı?
Yaptığımız sınavlarla aslında sınıfta bulundurmak istediğimiz öğrencilerin niteliklerini belirleyebiliyor muyuz? Sadece çalışarak buraya gelenleri mi istiyoruz? Bazen orada kafa karışıklığı yaşıyoruz. Bu nedenle ABD’de ilk defa yeni bir test uygulanacak. MCAT’de (ABD’de uygulanan tıp fakültesine giriş sınavı) iki değişiklik var. Biri sosyal bilimlerle ilgili soru sayısının arttırılması. Diğeri de kritik düşünme becerileriyle ilgili bir test. Burada zor durumda kaldıklarında ne yapabileceklerini görmelerini istiyoruz. ABD’de tıp fakültesine gitmek istiyorsanız MCAT sınavından çok iyi bir not almanız gerekiyor. Ancak bazı tıp fakülteleri sadece en yüksek notu alanları değil aynı zamanda yaptıkları bireysel görüşmeler veya beceri sınavlarında başarılı olanları alıyorlar.Çok yüksek bir not alsanız bile tıp fakültesi öğrencisi olamayabilirsiniz. Eğer sınavları geçerlerse 4 yıllık bir tıp eğitimi alıyorlar.

SINAVDA İYİ NOT YETMEZ

– Tıp fakültesi sınavına isteyen her öğrenci girebiliyor mu?
ABD’de liseden sonraki ara kolejden mezun olan biri bu sınava girebiliyor. Ancak diyelim ki sosyoloji ya da tarih okudu. Oradan mezun olduğunda bir tıp fakültesine girebilmek için yeterli fen derslerini, kredilerini tamamlaması gerekiyor. Onun haricinde herkes bu sınava girebiliyor. Yeterli fen dersi krediniz varsa edebiyattan mezun olup bu sınava da girebilirsiniz.

– Tıp okumak isteyen gençlere neler önerirsiniz?
İlk hedef, sınavda başarılı bir not alması gerekiyor. Aksi takdirde tıp fakültesine giremez Türkiye’de. Sınav sadece bir araç. Bir insanın hayatını anlamak istiyorsanız çok daha fazlasına ihtiyaç duyacaksınız. Sınav geçmeniz gereken bir kapı. Bunu geçerek doktor olabilirsiniz ama doktorluktan zevk almak için belirsizlikle başa çıkabilmeniz  gerekecek. Her bir hastanın kendine özgüdavranışı var. 6 senelik eğitim sonucunda da her şeyi bilemeyebilirsiniz.

– Bir tıp öğrencisi hangi özelliklere sahip olmalı?
Bir tıp öğrencisi en iyi biyoloji, kimya, matematik ve fizik bilen değildir. Biz bilen zannediyoruz ama en büyük hata bu. İyi bir tıp fakültesi öğrencisi olabilmek için iki özellik gerekiyor.
Birincisi, kişinin doğasını bilmeli aynı zamanda insancıl, sosyal yaklaşımı da olmalı. Mezun olduğunda karşısına gelen hasta kitapta yazan bulguların yansıyan bir resmi değil. Onun duyguları var. Ortamında değerlendirmesi gerekiyor. Tıp fakültesi öğrencisinin empati yapabilme kabiliyeti olması gerekiyor.
İkincisi, öğrencinin belirsizliği tolere edebilme yeteneği. Bir röntgenin sonucunu aldığınızda sizden bir karar vermeniz ve ona göre hareket etmeniz beklenir. Ama elde ettiğiniz sonuçlar her zaman siyah ya da beyaz değildir. Tıpta gri alanda kalan noktalarımız hâlâ var. Bunu kabullenerek tedavileri yönlendirmeleri gerekiyor. Her şeyi çözecek cevaplarımız halen elimizde yok. Çok iyi bir araştırmacı olabilir ama klinikte hastalarla birebir karşılaştığında yaşayabileceği belirsizlikler konusunda da sağlam olması gerekiyor. Eğer sadece çok ciddi kurallar içinde hareket eden bir kişiyse klinisyenliği yaparken sorun yaşayabilir. Bilginin her daim değişebileceği bazen de belirsiz olduğu bir dünyada karar verici olmaya hazır olması gerekiyor. Tıp öğrencisi tıbbın biyoloji ile sosyal bölümünü dengeleyebilmeli.

Üç yıldır en sevilen hoca

Okulunuzda 3 yıl üst üste en sevilen hoca seçilmişsiniz. Öğrenciler sizi neden seviyor?
Ben de bilmiyorum bunu nasıl yaptım. Özel bir çabam yok ama tıp tarihi bölümünde öğrencilerimin kendilerini iyi hissetmesi, sorular sorması ve eleştirel düşüncelerini desteklememle ilgili olduğunu düşünüyorum. Tüm öğrencilerin hepsi merak etmiyor ama edenler de bunu severek yapıyor. Bu dersi seçenler keyif alıyorlar, o yüzden de benden keyif alıyorlar diye düşünüyorum.

HEKİMLER, SAĞLIK ÇALIŞANLARI ARTIK YETER DİYOR!!! BU ANKETE KATILIN

HEKİMLER, SAĞLIK ÇALIŞANLARI ARTIK YETER DİYOR!!!
Son on yılda  iş yükümüz en az on kat arttı..
İş yükümüz arttığı gibi, insanca yaşayabilecek ücreti alabilmemiz için, insanüstü bir çaba sarf etmek ve sınırsız sayıda hasta bakmak zorunda bırakılıyoruz.
Hekimlerin ve diğer sağlık çalışanlarının hastalanmaları sonuç olarak adeta yasaktır.
Çünkü hastalandıklarında  zaten çok düşük olan ücretlerine eğer eklendiyse ( !!!! ) çok az miktarda olan performans ödemelerini de alamamaktadırlar. Geçinemeyecekleri bir ücrete mahkum olmaktadırlar.
Hekimlerin ve sağlık çalışanlarının yıllık izin kullanabilmeleri adeta yasaktır.
Çünkü dinlenebilmek için yıllık izin kullandıklarında yine eğer varsa ödemeleri kesilmektedir.
Özellikle sağlık çalışanları, düşük ücretlerine ek olarak verildiği söylenen ödemeleri zaten çoğu zaman hiç alamamaktadırlar.
Sabaha kadar nöbet tutup ertesi gün çok sayıda hasta bakmak zorunda kalan hekimlerden, hemşirelerden, sağlık çalışanlarından  güler yüzlü hizmet bekleniyor.
Hasta ve hasta yakınları, sağlık ortamında yaşadıkları her sorunda, ağır iş yükü altında çalışan hekimler ve sağlık çalışanlarını sorumlu tutarak, hekimlere ve sağlık çalışanlarına şiddet uygular hale geldiler.
25-30 yıl çalışıp emeklilik döneminde dinlenmesi gereken hekimlerin durumu kabul edilebilecek düzeyi çoktan aştı.
30 yıl çalışmış hekimler 1500-2000 TL emeklilik ücreti almaktadırlar.
Diğer sağlık çalışanlarının emeklilik ücretleri çok daha düşüktür, kabul edilebilecek düzeyin altına inmiştir.
Yıllardır bu durumu düzeltmek için hiç bir adım atılmıyor.
Tersine 65 yaş üzerindeki emekli hekimlerin hala çalışabilmeleri için yönetmelik düzenlemeleri yapılıp kadro sınırlaması olmaksızın çalışmaları sağlanıyor. Hiç kimse 65 yaş üstü hekimlerin neden hala çalışmak zorunda kaldığını sormuyor….
30 yıl çalışmış bir hekim neredeyse birçok ülkenin işsizlik maaşı düzeyinde emekli maaşı alıyor.
İleri yaştaki meslektaşlarımızın emekli maaşları bakımevinde kalmalarına dahi yetmiyor.
Çalışan hekimlerin ve emekli hekimlerin,  maaşları, kendi düzeylerindeki kamu görevlilerinin, örneğin yargıçların, silahlı kuvvetler mensuplarının, milletvekillerinin maaşlarının çok altına inmiştir.
Yaşayabilmek için, performans ödemesi alabilmek için çılgın gibi hasta bakmak zorunda bırakılıyor hekimler.
Performans ödemesi yapılıyor diye konuşulan ortamda yardımcı sağlık çalışanları ise çok daha mağdur durumdadırlar. Çok düşük olan maaşları dışında çoğu zaman hiç ek ödeme alamamaktadırlar.
Bu durum aynı zamanda bir ekip işi olan sağlık ekibi içinde büyük bir eşitsizlik yaratmakta ve huzursuzluğa neden olmaktadır.
Ellerinin altına can teslim edilen biz hekimler, sağlık çalışanları robot gibi hasta bakar hale getirildik.
Robotların yüzü gülmez. robotlar şefkat gösteremez..
Hiç bir meslek mensubu yoktur ki hekimler gibi, en ufak bir hatası binler, milyarlar, hatta trilyonlar düzeyinde tazminat ödemek durumunda kalabilsin.
Evet doğrudur hekimlere canımız teslim ediliyor ancak bunun karşılığı verilmiyorsa hekimler mucize yaratamaz, sağlık çalışanları insan üstü varlıklar değildir.
Hekimlerin ve sağlık çalışanlarının ücretlerinin acilen iki katına çıkarılmasını,
Yıpranma payımıza ilişkin yasal düzenlemelerin acilen yasalaşmasını,
Bütün ödemelerimizin emekliliğiize sayılacak şekilde düzenlenmesini,
Çalışma koşullarımızın ve iş yoğunluğumuzun insanca koşullara uygun olarak düzeltilmesini istiyoruz.
ARTIK MAZERET DİNLEMEK İSTEMİYORUZ. 
Nasıl ki hekimler, sağlık çalışanları bir can kurtarabilmek hiç bir mazeret göstermiyorsa, gösteremiyorsa, mesleklerimizi yapmak ve hastalarımıza iyi bir hizmet verebilmek için ücretlerimizin ve çalışma koşullarımızın acilen düzeltilmesini istiyoruz.
Biz de mazeret dinlemek istemiyoruz!
Artık yeter diyoruz.!!!!!
Ve soruyoruz yetkililere …
Siz hekimlere, sağlık çalışanlarına  ne kadar değer biçiyorsunuz ?
Üst düzey kamu görevlilerin içinde, hekimlerin, sağlık çalışanlarının  yerini nerede görüyorsunuz ?
HEKİMLER VE SAĞLIK ÇALIŞANLARI OLMADIĞINDA SAĞLIK ORTAMININ NE HALE GELEBİLECEĞİNİ GÖSTERMEK ZORUNDA KALMAK İSTEMİYORUZ.
 
İZMİR TABİP ODASI 
SES İZMİR ŞUBESİ 
TÜRK SAĞLIK-SEN İZMİR ŞUBELERİ
GENEL SAĞLIK-İŞ İZMİR ŞB. 
TÜRKİYE AİLE HEKİMLERİ UZMANLARI DERNEĞİ (TAHUD) İZMİR ŞUBESİ 
İZMİR AİLE HEKİMLERİ DERNEĞİ (İZAHED) 
TÜRK HEMŞİRELER DERNEĞİ İZMİR ŞUBESİ

İzmir Tabip Odası olarak, çalışan ve emekli hekimlerin ücretlerinin artırılmasına yönelik kampanya başlatılmıştır.

Kampanyamız çerçevesinde, meslektaşlarımızın görüş ve önerilerini değerlendirmek üzere bir anket hazırlanmıştır. Ankette kişisel bilgiler istenmemektedir. Ankete katılarak, kampanyaya katkıda bulunmanızı dileriz.

Saygılarımızla
İZMİR TABİP ODASI

……ANKETE KATILMAK İÇİN TIKLAYINIZ…..